
İlk önce itirafla başlayayım. Balarıları ve Uzaktaki Gök Gürültüsü, “çok satan” olması, kapak fotoğrafının bana çok hitap etmeyişi gibi sebeplerle bir kitapçıda seçmeyeceğim bir kitaptı. Bizimkiler tam da bu sebeple benim satın almayacağım ama sevebileceğim bir kitap hediyesi için uğraşmışlar. Kitap hediye etmek kolay değildir 🙂 İyi ki de almışlar, farkına varmayacağım bu kitaptan mahrum kalacaktım yoksa.
“Balarıları ve Uzaktaki Gök Gürültüsü” romanında, Japonya’da yapılan, iki hafta süren uluslararası bir piyano yarışması süresince yarışmacı piyanistlere, jüri üyelerine, kendi iç rekabetlerine ve elbette klasik müziğe eşlik ediyoruz.
Benim dinleyici olmakla sınırlı klasik müzik bilgime çocuklarımın piyano eğitimlerinin çok katkısı olmuştur. Gerçi romanı okumak için belli bir müzik bilgisi gerekmiyor. Bilakis arka kapakta yazdığı gibi “İnsan olmanın en yüksek formu müziktir” sözünü size anlatıyor. Yine de klasik müzikle ilgilenen, bahsi geçen beste ve bestecileri tanıyan, müziği zihninde canlandıranların romandan alacakları keyif bambaşka olsa gerek.
Japon edebiyatında (ya da benim okuduklarımda) konular ağır ağır tüm detayları ile işleniyor. Sıcakkanlı biz Akdenizliler için bazı betimlemeler ağır çekimde hissi yaratabiliyor. Bir yarışmacının aynı performansını birden farklı yarışmacı veya jürinin yorumlamaları bazı tekrarları barındırıyordu. Ama aslında müziğin aynı duygularda birleşebileceği gibi dinleyenin geçmişini de içine alarak farklı duyguları da açığa çıkaracağı vurgulanıyordu.
Güzel bir dostluğa ve aynı zamanda rekabete şahit oluyoruz. Öne çıkan dört yarışmacımız; Jin, Aya, Masaru ve Akashi yarışma boyunca piyano performansları ile aynı zamanda kendi iç dünyaları ile de rekabet ve mücadele halindeler. Ya da performanslarında fark yaratan unsurun teknik bilginin ötesinde bu içsel sorgulamaları ve çözümleme çabaları olduğunu söyleyebiliriz.
Kitabın boyutları korkutmasın, su gibi akıyor. İngilizceden çeviren Orhan Efe Özenç’e teşekkürler.
Romanı okurken ister istemez Riku Onda’nın geçmişini, müzikle bağını da merak ettim. Müzik tutkunu babası sayesinde küçük yaşlardan itibaren piyano çaldığı ve klasik müzik dinleyerek büyüdüğünü okudum.
Kitabın bir yerinde “Fazıl Say” adına rastlamak beni mutlu etti.
Freidrich Gulda’ya benzediği söylenebilir miydi peki? Ya da Fazıl Say’a? Hayır, hayır onda türler arası geçiş yapan bu piyanistelerden temeli itibariyle farklı bir şey vardı: anlık, canlı doğaçlama sezisi.” (301)
Balarıları ve Uzaktaki Gök Gürültüsü’nü okumaktan çok mutlu oldum. Üstelik , yaylada, tam da ormanın içinde, doğanın tüm sesleri ile okumam müziğin doğadaki seslerin bir formu olduğunu anlatan konusuyla uyumlu güzel bir tesadüf oldu.
“Müzik bir eylemdir. Eğer dikkatle dinlersen, dünyanın her zaman müzikle dolu olduğunu görürsün” (291)
Yağmur teneke çatıya garip bir ritm tutturarak yağıyordu ve yağmur atlarının koşusunu ilk o zaman fark etmişti. O an atların gökyüzünde dörtnala koştuklarını çok net bir biçimde duymuştu.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun sessizliğinde dörtnala koşan atları gördüm” (419)
Blogger 📝