İlkokuldan beri ezbere bildiğimiz, kalıplaşmış bir cümle vardır. “Atatürk 19 Mayıs 1919 ‘da Bandırma Vapuru’yla Samsun’a çıktı.” Oysa bu cümlenin altında neler neler yatar. Uğruna canımızı verebileceğimiz kadar sevdiğimiz ülkemizin ilk temellerinin atıldığı bu önemli günle başlayan uzun süreçte neler yaşanmış, ne zorluklar çekilmiş, ne fedakarlıklar yapılmış..
O günlere dair bir anı Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul’un yazdığı “Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar” adlı kitaptan bir anı
Muzaffer Kılıç anlatıyor:
Galata rıhtımından 16 Mayıs günü akşam üzeri kalkan bir motorla Bandırma Vapuru’na geldik. Vapur Kızkulesi açıklarında demir atmış bizi bekliyordu. Hemen hareket ettik.
Karadeniz’de müthiş bir dalga vardı. Vapurumuz denizde fındık kabuğu gibi sallanıyordu. Bizleri deniz tutmuştu. Deniz biraz durulunca güverteye çıkıyor, biraz hava alıyorduk. O zaman Atatürk de kaptan köşküne çıkıyor, kaptana emirler veriyordu.
18 Mayıs günü, öğleye doğru Sinop’a gelindi. Deniz biraz sakinleşmişti.
Sinop açıklarında vapurumuz demirledi.
Atatürk, Samsun’da ordu müfettişi olarak gösterişli bir karşılama yapılsın istiyordu. Bu ilgiyi kendisi için istemiyordu, fakat hem dış güçlere karşı bir gözdağı olur, hem de morali bozulmuş halk üzerinde etkileyici bir rol oynar düşüncesinde idi. Çünkü Samsun’a bile bir ingiliz kontrol birliği yerleşmiş; yöredeki bütün milli hareketleri kontrol ediyor ve gerekli önlemleri Osmanlı hükümeti’ne aldırıyordu. Bu nedenle, gemiye istenen sandalla sahile çıkıp telgrafhaneden, Samsun Tümen Komutanlığı’na , Samsun’a gelmekte olduğumuzu bildiren bir telgraf çektik. Bazı ihtiyaçları da alarak gemiye döndük. Hemen hareket edildi.
Fakat denize açılınca vapur yine sallanmaya başladı. Hepimiz sarhoş gibiydik. “Allahım, sahile hayırlısı ile bir çıksak” diye dua ediyorduk.
Nihayet 19 Mayıs 1919 günü sabah altı sularında gün ağarırken Samsun görüldü. Deniz de iyice sakinlemişti. İnmek için hazırlıklara başladık. Hepimiz perişandık. Sağ salim karaya çıkacağımız için Allah’a şükrediyorduk.
Bir ara vapurun güvertesine bir göz attım. Bir de baktım ki, Atatürk traş olup, tertemiz paşa elbiselerini giyinmişler; sağasağlam ve dipdiri, bir heykel gibi, bir kuvvet ilahı gibi elleri arkalarında Samsun’a bakmıyorlar mı?
Sanki fındık kabuğu gibi üç gündür sallanan bu vapurla O yolculuk yapmamışlardı.
Ben, O’nu görünce halimizden utandım.Çünkü, Atatürk de bir kara subayı idi. Kendileriyle ta Halep’ten beri beraberdim.
Belki de , on defa açık denizde yolculuk yapmamışlardı. Hemen kamaralarımıza koşarak kendimize çeki düzen verdik. Traş olup kılık kıyafetimizi de Atatürk’e göre düzelttik. Sonra küçük bir sandalla sahile çıktık.
Sahilde bizi, derme çatma bir bando ve oradan buradan toplanan derme çatma küçük bir askeri birlik ve halk karşıladı.
Sahile çıkar çıkmaz, emrindeki bütün askeri birlik ve idare amirliklere telgraf çektirerek son askeri durum hakkında acele rapor ve bilgi vermelerini emrettiler.
Ertesi gün, İzmir’in işgali nedeniyle Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya “İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali yakından ilgilendiğim ordu mensuplarını ve milleti düşünülemeyecek derecede üzmüştür. Bu gibi hareketleri kesinlikle kabul etmeyeceklerdir.” diye bir telgraf çekmişlerdir.
Not: Aynı kitaptan bir diğer anı : Atatürk’ün çocukluğu ile,
Diğeri ise vefatından önceki dönemle ilgili.
Atatürk’ün örnek alınacak önemli bir vasfını daha bu yazıdan görebiliyoruz. Devletin emriyle hareket ettiği zamanlarda sıradan bir emir kulu değildi. Vazifesini görevli birinin yapması gereken bir görev gibi değil, kendi öz hayati bir meselesi olarak görüyordu. Hayatta her konuda başarılı olmak isteyenler kişisel gelişim vesaire kitapları yerine Atatürk hakkında böyle yazılar okusalar daha çok faydalanırlar. Ayağımızı nereye basıyoruz çok iyi farkında olmalıyız. Adımlarımıza kendimiz sahip çıkmalıyız. Sahip olduğumuz imkanların değerini çok iyi bilmeliyiz, bununla da yetinmeyip o imkanları en verimli en akıllıca kullanabilmeyi en iyi şekilde gerçekleştirmeliyiz. Bir ülke sahip çıkanlarındır. Sahip çıkmayı bilenlerindir. Bu konuda da Atatürk çok iyi örnekler sunuyor. Lafla kavgayla çekişmeyle hiçbir şey hallolmaz.