Oblomov’u ağır ağır, sindire sindire, yanımdakilere anlata anlata okudum. Bu yeni alışkanlığım; okuduğum kitabın sevdiğim bölümlerini anlatıp duruyorum. Kitap düşkünleri için can sıkıcı bir durumdur eminim, yanımdakileri de aynı kitabı okumaktan vazgeçiriyor olabilirim. Eşim, zaman zaman okuduğum kitabın içinde yaşadığımı da söylüyor:) Kısaca etrafımdakiler benden bol miktarda Oblomov dinlediler, o kadar çok anlattım ki (kitabın yarısına bile gelmemiştim) eşim bu kadar anlattın daha yarısı etmemiş kitabın, okuduğundan fazlasını mı anlatıyorsun diye dalga geçti benle.
Ivan Gonçarov’un bu kitabı 1812 yılında yazdığına inanmakta zorlandım. Aradan 200 yıl geçiyor insanoğlu hep aynı:) haini hain, safı saf. Oblomov ise temiz tertemiz ama hiç bir katalizör onu hareketlendirmeye yetmiyor maalesef. Bu arada benim okuduğum kitabın Ruşça dan çeviren Gülderen Süer idi, çok anlaşılır hatasız bir Türkçe olması dolayısı ile de zorlanmadan okudum. Çok klasikleri okuyabildiğimi söyleyemem ama Oblomov u sevdim bence okunması gereken bir kitap. Ne zaman miskinlik yapsamhep aklımda olacak.
Kitabı okumayıp / okumayı düşünenler devam etmesin yazının burdan sonrasına lütfen heyecanı kaçmasın.
Oblomov’un miskinliğinden kurtulması umuduyla okudum hep sonuna kadar. Her bir aşamada umutla doldum, Olga’nın tersine O’nun değişmeyeceği ümidimi son dakikaya kadar bırakamadım. Olmadı ama, iyi saf adam kurtulamadı üstündeki ölü toprağından…. O’nu kandırmaya çalışanları geç de olsa kendinden uzaklaştırsa da çıkamadı evinden. Hiç bir şey için hırslanmadığından mı, azla yetinebildiğinden mi oldu bilemiyorum.
Kitabın sonundaki gibi;
-Herkes kadar zekiydi. Cam gibi parlak ve temiz bir ruha sahipti, soylu ve sevecendi; ama hiçbir şey yapmadı.
-Neden? Sebebi neydi?
-Sebebi… Sebep! Oblomovluk!
Not: Aşağıda ben sitenin çocuk parkında Oblomov’a dalmışken 🙂
Blogger 📝