Pierre Loti’nin İzlanda Balıkçısı, balıkçıların deniz sevdası, denizlerdeki mücadelesi, yaşamları, eş, sevgili ve yakınlarının bekleyişleri, kavuşmalara dair naif bir dille yazılmış roman. Betimlemeleri çok güzel. Sade bir hayat dinlerken birden kendimi derin düşüncelerin içinde de bulup mevcut hayatımızın koşturmasını da sorgulayabiliyorsunuz. Yoksulluk ve yaşamda kalma mücadelesini anlatıyor, hüzünlü bir roman ama hüzün yormuyor bilakis içinizi ısıtan bir roman. Mehmet Aslantuğ’un seslendirmesi ile dinledim, (söylememe gerek yok ama söyleyeyim 😉) şahaneydi.
İzlanda Balıkçı’sını dinlerken gözümde hep Perast ve Kotor arasında gezdiğimiz kilise ve müzeden oluşan yapay ada Our Lady Of The Rocks adası gezimizi, müzedeki en öenmli eser olan gobleni hatırlattı.
Adanın inşası ve goblenin hikayeleri şöyle;
Kotor’a doğru açılan 2 balıkçı suda Meryem Ana ikonu bulup bunu rahibe verirler fakat ertesi gün rahip ikonun kaybolduğunu söyler. 2. gün denizde aynı yerde yine ikonu bulunca balıkçılar bunun buraya bir kilise yapılması için işaret olduğunu düşünürler. Burayı kayalarla doldurarak yapay ada yapmaya başlarlar. Sürekli taş taşıma işlemi yaklaşık 200 yıl sürer. Sonrasında bölgedeki balıkçılar bu adanın kendilerini denizden koruduğuna inandıkları için her yıl gümüş tabletler hediye ederler, müze duvarlarında bu gümüş tabletler görülebiliyor.
Jacinta Kunic-Mijovic eşinin denizden dönmesini 25 yıl bekler ve gobleni işler. Bu gobleni işlemeye başladığında altın ve gümüşten ipler kullanıyor, bir süre sonra gözleri görmez oluyor. Meleklerin saçlarını kendi saçlarından yaptığı anlatılıyor. Hatta saçlarının zaman içerisinde kırlaşmasını meleklerin saçlarından takip edebiliyorsunuz. Ne aşklar varmış… ☺️ İzlanda Balıkçısı’nda da böyle bir aşka şahit oluyoruz…
Blogger 📝