
Belgrad gezimizi anlatmadan önce şehrin tarihi hakkında kısacık bilgi paylaşmak istiyorum.
Belgrad ya da sırpça Beograd slav dillerinde kelime anlamı “Beyaz şehir” anlamına gelmekte. Asırlar boyunca şehir nüfusunu içinde barındıran, Sava ve Tuna (Danube) nehirlerinin kesistiği yüksek platoda kuzey ve güneyi kontrol edebilecek Belgrad Surlarındaki ilk yerleşimin Neolitik döneme ait olduğu bilinmektedir. Hun, Sırp, Macar, Bulgarlar, Bizans olmak üzere bir çok imparatorluk bölgeye hakim olmuş. 1521 de Kanuni Sultan Süleyman’ın fethiyle Belgrad Osmanlı yönetimine giriyor ve bu dönemde Osmanlı’nın Avrupa içindeki en önemli kalelerinden oluyor. Surların olduğu platonun ve park türkçe “kale” ve “meydan” isimlerinin birleşiminden Kalemegdan adını alıyor. Belgrad farklı dönemlerde 3 kez Osmanlılar tarafından yeniden alınıyor/feth ediliyor. Son olarak 1867 de Osmanlılar Kalemegdan’ın anahtarını vererek şehri bırakıyorlar.
Belgrad Nikola Tesla Havaalanına indiğimizde bizi karşılayan Sırp arkadaşımızla birlikte ilk olarak arabamızı kiraladık. Arkadaşımız öncesinde araba için rezervasyonu yapmış idi. Sonra Booking.com’dan kiraladığımız evimiz City Break Apartments’a geldik. Farklı noktalarda City Break evleri var ve biz kaldığımızdan memnun kaldık. Apartmana girdiğimizde 1940(!?) lardan kalan asansörü ilk gördüğümüzde şaşırmıştık gerçi. Fakat evin içinin gayet iyi olduğunu gördük ve onayladık. City Break görevlisi ; burası şehrin eski kısmı evlerin içi yeni ve konforlu dedi, İstanbul da heryer yeni mi ki diye sordu. Biz eski korumayı bilemiyoruz, direk yıkıp yenisini yaparız diyemedim:( Booking.com dan rezervasyon yaptığımızda herhangi bir ön ödeme yapmadık. Gidip görüp onayladıktan sonra ödeme yaptık, aklınızda olsun peşin para istiyorlar. Evimiz Stari Grad- Eski şehir bölgesinde idi, böylelikle bir çok tarihi mekanı yürüyerek ulaştık. Eee araba kiralama neyin nesiydi o zaman derseniz, biraz erken davranmışız:( iş çıkış saatlerinde arkadaşımızla buluştuğumuzda işe yaradı, gündüz ihtiyacımız olmadı. Şanslıyız ki bir garaj bulduk, yoksa sokaklara araba belirli sürelerde bırakılabiliyor, merkezde.
Kalemegdan’ın ana girişinin devamında Knez Mihailova caddesi karşılıyor, bizim İstiklal Caddesine benzeyen sadece yaya trafiği olan mağazalar / kafeler ve birbirinden güzel binalarla dolu bir cadde. Adını Sırbistan Prensi 3. Mihailo’dan alıyor ve 1870 lerde yapılanan binalar bulunuyor. Gezmesi çok keyifli caddelerden birisi, İstiklal Caddesi gibi tıklım tıklım olmaması da çok güzel…
Kaldığımız yerin Knez Mihailova Caddesinin arkasında olduğun tesadüfen fark ettik 🙂 Elimizde gezmek istediğimiz yerleri işaretlediğimiz haritalar vardı evet ama bu caddeye evimizin önündeki farklı yolları keşfederken ulaştık. Bu şekilde sürpriz bir şekilde karşımıza çıkınca da çok sevindik:) Tura bağlı kalmadan gezmenin , şehirde kaybolmayı göze almanın güzellikleri bunlar.
Kaybolmak deyince akşam arkadaşımızla buluşmak üzere yola çıkıp arabadaki GPS bozulunca şehirde hafiften kaybolduk. Şansımızı epey bir zorladıktan sonra telefonlarımızın interneti kurtardı bizi. Turkcell hatlı iseniz yurtdışında kullanmayı bayi bile tavsiye etmedi, bu sebeple Sırbistan da farklı bir hat aldım alcil durumlar için. Yurtdışında “telefondan önce hayatımız nasıldı?” yı bir hayli hatırladık.
Tuna ve Sava nehri kenarlarında yüzen platform şeklinde kurulmuş bir çok restoran cafe var. Sırp arkadaşımız turistlerin bilmediği kendi arkadaşları ile bir araya geldikleri bir restoranta götürdü. Yeni bir şehri/ ülkeyi keşfederken herkesin beklentisi farklı. Kimi alışverişin, kimi mimarisin , kimi doğasının peşinde, liste uzar gider. Bizim için mimarisi ve doğası kadar insanlarını anlamaya çalışmak da bir o kadar önemliydi. Marketten yaptığımız alışverişler esnasında bir çok şey öğrendik. Asıl şansımız ise bizimle ilgilenen Türkleri seven arkadaşımızdı. Savaşlardan, eski Yuvoslayva ülkelerinin ilişkilerinden, ekonomiden, ruh hallerinden, herşeyden konuştuk. 11 yıl kadar önce Saraybosna’ya ilk gittiğimde savaşın izlerini, insanların gözlerinde “korku”yu görmüştüm. Belgrad halkında ise yoksulluğu, tasarruflu davranmalarını, basit- sakin yaşam tarzlarını gördüm. Açıkcası ben Sırbistan’ı zenginlik ve refah içerisinden bekliyordum. Gelir dağılımlarımda müthiş bir dengesizlik olduğunu söylediler. Üzerinde bir elbise ile sokakta koşturmacada insanlar, bizim moda dergileri ile yarışır halimizden oldukça uzak. Çok güzel bir ırk olduklarından en sade halleri bile güzelliklerinden götürmüyor. Uzunlar incecikler ve spor yapıyorlar, vs… Üretimin sınırlı olduğunu öğrendik. Buna rağmen akşam gittiğimiz her yerde insanların çok neşeli olduğunu gördük. Bunu nasıl başardıklarını sorduğumuzda, kafayı yememek için artık düşünmeyi bıraktık (savaşlar, politikacılar, 3 ülkenin gerginlikleri, vs), bir şey yapamıyoruz dedi. Bu konuya Saraybosna’yı yazdığımda yeniden döneceğim.
Bu yazı bu kadar olsun, Belgrad devam edecek.
Biz de mi öyle yapsak, kafayı yememek için acaba. 🙂
Çok uzun zamandır yapmak istediğim bir Balkan seyahati var benim de, şimdi Belgrad’ ı görünce yeniden depreşti…
Lale Abla’cım, bizim de sonumuz aynı galiba , sıyırmamak için 🙂 Balkan’lar çok güzelmiş, en kısa zamanda gidersiniz inşallah.