Yazdan kalan yarım kitabımdı Alkali Diyet. Arkadaşımın tavsiyesi üzerine ilk yarısını etkilenerek okudum ve uygulamaya başladım sonra araya giren başka kitaplardan kaldı, bu hafta bitti en nihayet. Bu kitap bir kaynakça aslında. Hayatım boyunca okuduğum tek beslenme kitabı. Aslında bize vücudumuzun nasıl çalıştığını anlatıyor. Kimya mühendisi olarak pH in noktadan sonraki farklarının bile kimyasal dengeleri nasıl etkileyebildiğini iyi bilirim, tekstildeyken işim bu dengeler üzerine kuruluydu. Kendi vücudumu ise hiç böyle düşünmemiştim. Tüm beslenme hikayemizi, büyük- küçük rahatsızlıklarımızı, asit- baz dengesi üzerinden anlatıyor. Hastalıkların sebebini bilince insanda önleyebilmenin de elinde olduğu hissini uyandırıyor, aydınlandım ben kendi adıma. Rahmetli kayınvalidemin çok fazla süt-yoğurt- peynir tüketmesine rağmen kemik erimesine anlam verilemiyordu. Varmış bir anlamı, her rahatsızlık gibi…
Dr. Ayşegül Çoruhlu’nun son sözde şöyle demiş;
Alkali olmak her hastalığın birinci çaresidir. Asitlenme azar azar, teker teker hücreleri harap ederek günden güne ilerler. Hastalıklara verilen ismin önemi yoktur, tedavileri semptomiktir. İşin özü her hücreyi tek tek sağlıklı kılacak koşulları sağlamaktır. <konuya tepeden bakıp büyük resmi görmek ve küçük hücreyi anlamak gerekir.
Yakın zamanda bitirdiğim bir diğer kitap da İhsan Oktay Anar’ın Suskunlar’ı
İhsan Oktay Anar’ ın Puslu Kıtalar atlasını severek okumuştum. Suskunlar’ı da yine keyifle , severek okudum. Eski dönem İstanbul da geçiyor roman, o dönemin tarihine yaşayış biçimine ait bir çok detay var. İç içe geçmiş herbir hikaye ayrı güzel. Bağlantılar oluştukça merakla birlikte daha çok içine çekti beni. Mevlana’nın şu güzel sözüyle başlıyor: “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.” Şehirler arası yaptığım bir otobüs yolculuğumda arkadaşım oldu. Seyahat ederken en sevdiğim şeylerden birisi bir kitapta kaybolmak:)
Blogger 📝