ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUĞU

Ödevlerimiz son derece yoğun bir halde devam ediyor. Şu sıralar Atatürk’le ilgili ödevler ağırlıkta. Ya Atatürk ile ilgili bir konu veriliyor ve soruların cevaplanması isteniyor ya da bizden ilgili şiir, anı bulmamız isteniyor. Durum böyle olunca Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul’un yazdığı “Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar” kitabı tekrar başucu kitabım olarak yerini aldı. Geçen sene çok zevkle okuduğum kitap hakkında bu yazımda bahsetmiştim. Kitabın başında  Makbule Hanım’ın, kardeşi Mustafa’nın nasıl askeri okula girdiğini ve nasıl bir çocuk olduğunu anlattığı iki küçük hikayeyi sizinle de paylaşmak istedim.

“Atatürk mahalle mektebinden sonra “Şemsi Efendi Mektebi’ne gittiği sırada babası ölmüş. Ali Rıza Efendi ölünce geçim sıkıntısına düşen Zübeyde Hanım, çocukları da alıp Langaza köyündeki dayısının yanına taşınmışlar. Dayısı bir çiftlikte kahyalık yapıyormuş. Bu köy hayatı çocukları okumadan yoksun bırakacağı için Zübeyde Hanım bir müddet sonra çocukları ile bereber Selanik’e gelmiş. Orada ev kiracıları Binbaşı Kadri Bey’in yardımıyla Mustafa askeri rüştiye imtihanlarına girerek bu imtihanları kazanmış. Fakat zübeyde Hanım  devamlı harpler olduğu ve bir çokları geri dönmediği için oğlunun subay olmasını istemiyormuş. Mustafa’nın okumasını istediği bu kararsız günlerinde bir gece rüya görmüş. Rüyasında oğlu bir altın tepsi ile minareye çıkıyormuş. Bu rüyayı komşuları, askeri okulun Mustafa için çok hayırlı olacağı şeklinde yorumlamışlar. Bunun üzerine Zübeyde Hanım da Mustafa’nın askeri okula gitmesine razı olmuş. Böylece Mustafa’nın askerlik hayatı başlamış.

——.

“Babam öldükten sonra dayımın köyüne yerleştik. Dayımın büyük tarlaları vardı. Orada çoluk çocuk hepimiz bir işe yardımcı oluyorduk. Ben ve ağabeyim Mustafa küçük olduğumuz için bize de bakla tarlasına gelen kargaları kovalamak görevi verilmişti. Sabahları annem bize yiyecek bazı şeyler hazırlar ve bizi  tarlaya yolcu ederdi. Biz orada ağaç dallarından yapılmış bir gölgeliğin altında akşama kadar görevimizi sürdürürdük.

Bir gün yoğurt yerken ağabeyimle aramızda  kavga çıktı. Ağabeyim sinirlenip kafamı yoğurt tasının içine sokmuştu. Sonra da katıla katıla gülüşmüştük. ,

Annem ağabeyim Mustafa’yı çok severdi. Belki ilk çocuğu olduğundan, belki de iki kızına karşılık bir oğlu olduğu için ağabeyime çok düşkündü. Ona bir şey olacak, O’na bir şey söylenecek diye aklı çıkardı. Ağabeyim de annemi çok sever ve sayardı.

Ağabeyim küçükken de çok temiz giyinmeyi isterdi. Her çocukla konuşmaz, çocukların haşin davranışlarına , saban taşı atma, çelme takma gibi oyunlarına hiç iltifat etmezdi. Böyle oyunlara çağırıldığında, onları gayet kibar bir şekilde geri çevirirdi. sokakta iki eli cebinde ve başı dik yürürdü. Herkesin dikkatini çekmekle bereber, sıkılgan bir çocuktu.

Kendisi daha Rüştiye Mektebi’nde iken komuşu çocukların ders verirdi. ”

“Atatük’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar’ı hala almadıysanız mutlaka alıp okuyun.

berkay için bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANISI: ELBİSE KAVGASI

    Çocukluğumda yaşadığım anılardan biri de Makbule ile Naciye arasındaki elbise kavgasıdır. Komşu kızın üstünde yeni elbiseyi gören Makbule ile Naciye, anneme, biz de yeni elbise isteriz, dediler.

    Annem Zübeyde Hanım:

    ” Tabi olur, benim güzel çocuklarım. Ölçünüzü alır, size yeni birer elbise dikerim. Şunun şurasında bayrama ne kaldı? Bayram günü de yeni elbiselerinizle gezersiniz. ”

    Birkaç günde elbiseler hazırdı. Makbule ile Naciye yeni elbiseleriyle kıvanarak gezdiler. Bir hafta sonra kız kardeşlerim eski elbiselerine dönüş yaptılar. Annem de yeni elbiseleri yıkayıp, ütüledi ve elbise dolabına astı.

    Aradan zaman geçti ve arefe gününden bir gün önce evde bir gürültüdür koptu. Meğerse Naciye bayramlık elbisesini giymek istemiş, üstüne olmamış, dar gelmiş ve bir yaş büyük ablası Makbule’nin elbisesini giymiş. Bunun gören Makbule Naciye’den elbisesini çıkarmasını isteyip sesini yükseltmiş.

    Araya giren annem Naciye’ye neden ablasının elbisesini giydiğini sordu. Bunun üzerine Naciye:

    ” Ama anne, benim elbisem üstüme olmadı, çok dar geldi. Bir de ablamın elbisesini deneyeyim dedim. Tam geldi. Bayramda ben bunu giyeyim ha, ne dersin? ”

    Annem daha sonra elbiseyi Makbule’ye giydirmeye çalıştı ama dar geldi.

    Annem:

    ” Tabi dar gelir. Siz büyüme çağındasınız. İki ay önce diktiğim elbisenin şimdi dar geleceğini düşünemedim. O zaman bayramda Naciye bu elbiseyi giyer, ben Makbule’ye iki gün içinde yeni elbise dikerim. ”

    Annem aynen öyle yaptı. İki günde elbiseyi dikti ve Makbule bayramda bu elbiseyi giydi.

    Beni sorarsanız annemden rica etmiştim ve beni kırmadı. Bana bayramlık alınmadı. Babamın yokluğunda zaten kıt kanaat geçiniyorduk. Annemi zor durumda bırakmak istemedim.

    ATATÜRK’ÜN ÇOCUKLUK ANISI: KARANLIKTAN KORKMAM

    On beş yaşlarındaydım. Manastır Askeri İdadisi’ne gidiyordum. (O zamanın lisesi) Yaz tatilinde dayımın çiftliğine gitmiştik. Komşunun oğlu Enver’le çok iyi arkadaştık. Ara sıra birlikte gezerdik. Bir gün Enver, bizim bağa gidip üzüm yiyelim, dedi. Ben de olur dedim. Annelerimizden izin alıp yola çıktık. Sağda solda fazla eğlendiğimiz için, karanlığa kaldık.

    Enver: “İstersen dönelim. Sen şehir çocuğu olduğun için, karanlıktan korkarsın. Böyle durumlara alışık değilsin” dedi.

    Ben karanlıktan korkmadığımı söyledim. Yola devam edelim dedim. Tarla kenarı, patika yol, ağaçlık alan derken, karanlık iyice çöktü. Yanımdaki Enver’i zor seçer oldum. Bir saat önce dağların kartalıyım diyen Enver, gel Mustafa dönelim, az kalmıştı ya, yarın gündüz geliriz, demeye başladı. Neyse ki sonunda bağa vardık ve birer salkım üzüm kopardık. Üzüm yiyerek çiftliğe döndük.

    İLK ANDA CANIM SIKILMIŞTI

    Bakla tarlasında yalnız başıma bekçilik yaptığım günlerden birinde öğle vakti kulübenin önündeki çardak altında uyuya kalmışım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum, annemin sesine uyandım.

    Annem: ? Dayısı şuna bak, Mustafa uyuya kalmış. Makbule dün pınardan soğuk su içince hastalandı ya, Mustafa bütün gece başında bekledi. Ondan uykusunu alamadı. Neyseki Makbule?ye ballı ıhlamur içirdim de iyileşti ? dedi.

    Dayım: ? Bırak canım uyusun. Benim en sevdiğim şeydir burada uyumak. Bu öğle sıcağında karga falan uğramaz. Bir yatsam iki saatten önce top atsan uyanmam ? dedi.

    Bu konuşmaları duyunca ayağa fırladım. Uykuda yakalandım diye ilk anda canım sıkılmıştı ama Makbule?nin iyileştiğini duyunca rahatladım.

    NACİYE KAYBOLDU

    Dayımın bakla tarlasına Makbule ile giderdik. Bir gün Naciye de bizimle gelmek istedi. İlk defa benden birşey istediği için olmaz diyemedim. Annemde izin çıkınca o gün üç kardeş tarlaya gittik. Naciye eline bir sopa aldı ve kargaların ardından koşturdu durdu. Bir ara Makbule ile uzun süren bir konuşmamız oldu.

    Tarlanın ortasındaki kulübenin önüne oturduk ve yemeğe başlayacaktık ki, Naciye?nin yanımızda olmadığını fark ettik. Sağa baktık, sola baktık, Naciye nerdesin diye bağırdık, Naciye yok. Neden sonra Naciye çıkageldi. Meğer karga peşinde koşarken çok yorulan Naciye kulübeye girmiş ve döşeğe yatıp uyumuş. Naciye?nin ortaya çıkmasıyla birlikte rahatladık ve yemeklerimizi yedik.

    Mustafa Kemal Atatürk?ün Anılarından

  2. Atatürk’ün Çocukluk Anıları

    Mustafa?nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa?nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu.

    Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O?na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.

    Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: ? Merhaba dede, nereye böyle? ?

    Yaşlı adam:

    ? Yolcuyum ben evlat, kasabaya oğlumun yanına gidiyorum. Bu kuzuyu toruna hediye olarak götürüyorum. Geçen ay köye gelmişlerdi, bir hafta kaldılar. Torun kuzu diye tutturmuştu. Ben de, şimdi çok küçükler, biraz büyüsünler bir tane sana getiririm dediydim. Alsın kuzuyu besleyip büyütsün. Dünyada en önemli şey sevgidir. Sevgisiz kalmış bir insan kuru bir ağaca benzer. Zamanında onun kalbine sevgi tohumu ekilmemiştir, sevmek öğretilmemiştir. Bir bilinmezlik içinde bocalar durur. Yüzyıllardır süregelen anlamsız kargaşayı sevgi yoksunu insanlar çıkardılar. Toplumları birbirine düşman ettiler. Sonuçta bunun acısını insanlık çekti. İnsanlara sevgiyle yaklaşmalı, onların kalplerine sevgi tohumu ekmeliyiz. Sevmek çok güzel bir duygudur ve insanı hayata bağlar. Sevelim, sevilelim, hayatın tadına varalım. ?

    Yaşlı adam konuşurken Mustafa oturmuş ve anlattıklarını ilgiyle dinlemişti. Şimdi söz hakkı Mustafa?nındı:

    ? Dede, bazı insanlar nedense vatanlarını sevmiyorlar. Ben vatanımı çok seviyorum ve bu vatanın evladı olduğum için gurur duyuyorum. Şimdi vatanlarını sevmeyenler vatanını sevmeyi nasıl öğrenecek ve ben vatan sevgimi nasıl geliştirebilirim. Tavsiyelerin neler olacak? ?

    Mustafa? nın coşku dolu konuşması yaşlı adamı şaşırtmıştı. On yaşlarındaki bir çocuğun bu derece bilgili ve kültürlü olması, düşüncesini korkusuzca söyleyebilmesi, öğrendiklerini yeterli bulmaması, yeni bir şeyler daha öğrenmek için soru sorması akıl alır gibi değildi. Hani bu yaşlardaki kaç çocuğun aklına gelirdi vatan sevgisi?

    Yaşlı adam düşüncelerinden sıyrılınca, gülümseyerek: ? Evlat, adını demedin bana, neydi adın? ? deyince Mustafa: ? Dede, benim adım Mustafa ? dedi.

    Bunun üzerine yaşlı adam: ? Sana tavsiyem Büyük Vatan Şairi Namık Kemal olacak. Namık Kemal, türlü engellemelere karşın vatanını çok sevdiğini haykırmaktan çekinmedi. Bu uğurda çok acı çekti, fakat hiçbir acı O?nu vatanına hizmetten alıkoyamadı. ?

    Mustafa:

    ? Bundan sonra Namık Kemal?in şiirlerini daha bir önem vererek okuyacağıma söz veriyorum. Dede, mutluluk nedir sence? Ben mutlu olmak insandan insana değişebilir diyorum ? dedi. Yaşlı adamın mutluluk hakkında söyledikleri şunlar oldu:

    ? Mutluluk yaşamsal bir gerçektir yani yaşamda mutluluk vardır ve her insanın mutluluğu ayrıdır. Hakkın olan mutluluğu başkalarının mutluluğuna gölge düşürmeden istemek sana kalmıştır. Mutlu olmak için büyük şeyler istemek gerekmez. İnsan isterse bir kelebeğin uçuşunu görüp mutlu olabilir. Her neyse Mustafa yavaş yavaş kalkayım. Hava kararmadan kasabaya varmalıyım. Anlattıklarımın sana bir parça faydası olduysa ne mutlu bana. İyi günler dilerim. ?

    Mustafa:

    ? Ne demek dede, hem de çok faydası oldu. Ben de sana iyi günler dilerim. Yolun açık olsun ? dedi. Mustafa yaşlı adam gittikten sonra kulübeye döndü ve sandalyesine oturarak konuşulanları düşünmeye başladı.

    Bir akşam yemeği sonrasında çiftlikteki odada oturulmuş ve gündelik olaylar konuşuluyordu. Hüseyin Ağa: ? Yarın erkenden elma bahçesini çapalayıp, yabani otları ayıklamaya gidecektim ama çapayı bulamadım. Hanım, çapayı bir yere koymuş olmayasın? ?

    Hüseyin Ağa?nın karısı: ? Efendi, çapanın alet dolabında olması lazım. İki gün önce temizlik yaparken oradaydı. ?

    Hüseyin Ağa: ? Öyle de bugün akşamüstü baktım dolapta yoktu. Belki dedim sağa sola bırakmışlardır. Aradım, bulamadım. ?

    Hüseyin Ağa?nın çocukları, Zübeyde Hanım, Mustafa ve Makbule çapayı almadıklarını söylediler.
    Bunun üzerine Hüseyin Ağa: ? Hanım, son günlerde çiftliğe yabancı biri geldi mi? ? diye sordu.

    Karısı: ? Hayır Efendi, kimse gelmedi. Hep biz bizeyiz. ?

    Hüseyin Ağa: ? Desene çapa sır olup uçtu. ?

    Mustafa fikrini söylemek ihtiyacını hissetmişti: ? Dayıcığım, çiftliğe hırsız girmiş olamaz mı? ?

    Mustafa?nın sorusu odada bulunanların üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Gözler Mustafa?dan yana döndü.

    Hüseyin Ağa: ? Ne hırsızı? ? diyebildi.

    Mustafa: ? Bir hırsız gelmiştir, çiftliğe girip çapayı çalmıştır. ?

    Hüseyin Ağa: ? İki gündür ben, yengen, annen ve çocuklar çiftliğin avlusundaydık. Ayrıca köpekler var. Onlar geceleri burada kuş uçurtmazlar. Hani dediğin olmaz diyemem ama biraz zor. Hem hırsız neden sadece çapayı alsın, öteki aletleri de alıp götürebilirdi. Bırak çapayı, aletleri, çiftlikte daha değerli pek çok eşya var. Bunlar dururken neden yalnızca çapayı aldı? ?

    ? Dayıcığım, hırsızın ya çapa çok işine yarıyor ya da çapayı satmak kolayına geliyor. Sadece çapayı almasının nedeni vereceği zararın büyük olmasını istemediğinden, yani hırsız insaflı biri. Gündüz gelse gören olurdu. Kimse onu görmediğine göre gece geldi. Köpekler hırsızı tanıdıkları için ses çıkarmadılar. Bu da hırsızın köyden biri olduğunu gösteriyor. ?

    ? Pes be Mustafa, senin zekâna diyecek yok doğrusu. Aslında ben de zeki sayılırım ama sen benden çok ilerdesin. Ortada fol yok, yumurta yok , alt tarafı bir çapa kayboldu. Bana kalsa yarın çapayı arar dururum. Sana inanıyorum Mustafa ve yarın çapayı aramayacağım. Artık geceleri nöbet tutacağız. İlk nöbet benim. Eee, sen ne diyorsun Zübeyde, şu hırsız işine? ?

    ? Mustafa?nın dediklerine katılıyorum. O, boşuna konuşmaz. Söyledikleri hep doğru çıkar. Daha on yaşında ama çok akıllı. Bambaşka bir çocuk. Darısı bütün çocukların başına. ?

    Hüseyin Ağa gece yarısına kadar çiftliğin avlusunda nöbet tuttu. Daha sonra nöbeti Mustafa devraldı. Mustafa avluyu en iyi görebileceği yer olan çiftlik evinin birinci kat merdiveninin orta sırasına oturdu. Alet dolabının bulunduğu kulübe yan taraftaydı. Eğer hırsız gelirse önünden geçecek ve onu rahatça görecekti. Aradan bir saat geçmişti ki, Mustafa karşıdaki ağaçlıktan hızlı adımlarla yürüyerek gelen bir gölgenin alet dolabının bulunduğu kulübeye girdiğini gördü. Gölge, o kadar rahat hareket ediyordu ki, hayret edersin. Sanki babanın çiftliği, gel gir hiç korkmadan, dimdik yürü, kazma, kürek, çapa eline ne gelirse al git. Mustafa köyden olan bu adamı ay ışığı altında tanımıştı. Onun mert, dürüst biri olduğunu biliyordu. Konuşmuşlukları, tanışmışlıkları vardı. Bırak Hüseyin Ağa?yı, bırak çifti-çubuğu, benim küçük dostum, sen büyümüşsün küçülmüşsün ama yine büyüyorsun ve sonsuza dek büyüyeceksin diyen birinin yani bu adamın, kendisini hiçe saymasını, kendisinin de bulunduğu çiftlikten bir şeyler çalmasını onuruna yediremedi.

    Mustafa kızgın bir şekilde yerinden kalktı, gitti kulübenin kapısının dört-beş metre gerisinde durdu, ellerini beline dayadı, bekledi. Biraz sonra kulübeden çıkan adam kapıyı kapadı. İki adım attı, Mustafa?yı gördü, elindeki kürek yere düştü. Adamın gözleri yaşardı, belli ağlıyordu. Adam elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra başını sağa-sola birkaç kere salladı ve küreği yerden alarak Mustafa?nın yanından yürüdü, gitti. Mustafa o gece sabaha kadar nöbet tuttu. Aslında Mustafa?dan sonra nöbet sırası amcasının oğluna geliyordu ama Mustafa amcasının oğlunun yerine de nöbet tutmuştu. Çünkü O, yarın yapacağı girişimleri bir plan dahilinde belirlemek istiyordu. Adam çapayı, küreği çalmıştı ama bunun bir nedeni olmalıydı. Kimse durup dururken başkasının malını izinsiz almazdı. Bu bir suçtu fakat suçluyu suç işlemeye iten nedenler vardı. Nedenlerin sebepleri vardı.

    Mustafa ertesi gün öğle vakitleri adamın evine gitti. Kapıyı dokuz yaşındaki Ahmet açtı.

    Mustafa: ? Vay Ahmet, canım kardeşim. Nasılsın, iyi misin? Ben geldim. ?

    Ahmet: ? Hoş geldin, Mustafa abi. Sağ ol, iyiyim. ?

    Mustafa: ? Ayşe nerede? Neden buraya gelmiyor? ?

    Ahmet: ? Mustafa abi, Ayşe annemin yanında. Annem bir haftadır hasta. Babam annem ölmesin diye dün kasabaya yürüyerek gitti. Birisi çapa vermiş ödünç diye, onu rehin bırakıp ilaç almış. İlacı anneme içirdik. Bu sabah babam yine kasabaya gitti. Elindeki küreği rehin bırakıp ilaç alacakmış. Daha sonra babam çapayla küreği parasını ödeyip geri alacak ve sahibine teslim edecekmiş. Babamın getireceği ilaç annemi iyileştirecekmiş. Sence annem iyileşir mi Mustafa abi? ?

    İnsanın taş yürekli olması lazımdı bu durum karşısında ağlamaması için. Mustafa gözyaşlarını tutamadı. Birkaç dakika sonra Mustafa ile Ahmet içeri girdiler. Ayşe yatakta yatan annesinin başucundaki sandalyede oturuyordu. Mustafa?yı görünce ayağa kalktı. Hasta kadın kollarını iki yana açarak Mustafa?nın sarılmasını bekledi. Mustafa sandalyeye oturdu ama bu davranışının sebebini açıklaması gerekti.

    ? Yengeciğim iyileşince birbirimize sarılırız. Yine eskisi gibi güzel günlerimiz olacak. Bundan sonra daha fazla evinize geleceğim. Yanlış bir hareketiniz hastalığınızın artmasına yol açabilir. Bunun için size sarılmadım. ? Hasta kadın zorlukla konuştu: ? Olur Mustafa. Dediğin gibi olsun. Ben de en kısa zamanda iyileşmeye bakarım. ?

    Daha sonra çiftliğe dönen Mustafa olanlardan kimseye söz etmedi. Yeni gelen ilaçları içen kadın on beş gün içinde iyileşti. Adam başkasının tarlasında çalışarak kazandığı parayla çapayı ve küreği rehinden kurtardı. Bir gece yarısı son defa çiftliğe girerek çapayla küreği yerine bıraktı. Son sözü Mustafa söyledi:

    ? Akıl ve mantık çizgisinden ayrılmayan insan olmanın bilincine varır. İnsan iradesini kullanarak gerçekleri görür. Yanlışta bile olsan doğru gözünün önündedir. Gözünün önündekini görmek için göz kapaklarını aralarsın yani okuyup öğrenirsin.

    ATATÜRK?ÜN ÇOCUKLUK ANISI

    Bazı günler Mustafa Makbule?yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordu. Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdü. Biraz gidince baktı ilerdeki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Mustafa bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedi. ? Varsın çalsın garip ? diye düşündü. ? Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim. ?

    Aradan yarım saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Mustafa oturduğu yerden kalktı, çocuğun yanına doğru yürümeye başladı. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı. Geleni tanımıyordu. ? Acaba kim ki? ? diye düşündü. Mustafa çocuğun yanına gelince gülümseyerek:

    ? Merhaba arkadaş, afiyet olsun ? dedi. ? Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum. ?

    Çoban çocuk:

    ? Tabii gel gel, buyur şöyle ? dedi. ? Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım. ?

    Mustafa çocuğun yanına oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: ? Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun. Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu? ? diye sordu.

    Çoban çocuk:

    ? Köylük yerde böyle eften püften işleri öğreten olmaz ? dedi. ? Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çıktık işte. Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi. Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Öyle böyle derken öğrendim çalmasını. Güzel çaldığımı az önce sen dediydin. Sağ olasın. ?

    ? Peki, arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Özgürsün, belki mutlusun da. Fakat senden öncekilerden gördüğün, onların yaşadığı yaşam tarzının dışına çıkarak, dışarıya taşarak, daha aktif bir hayat yaşamayı arzulamaz mısın? Kendine bir hedef seçersin ve hedefine varmak için yeterli bilgiyi öğrenmeye okula gidersin. Bu ön bilgiyi öğrendikçe, öğrendiklerinin ışığında fikirlerini geliştirirsin. Eğer isterse kişi vatanına, milletine faydalı olabilecek pek çok iş başarır. ?

    ? Ne yalan söyleyeyim, söylediklerinin bazı yerlerini tam olarak anlayamadıysam da çoğunu anladım. İyi güzel diyorsun da bizim köyde okul yok ki. Şehirdeki okula gitmeye kalksam, hiç tanıdığımız yok orada, kalacak yerim yok. Zaten babamlar bırakmazlar gideyim. Belki onlar da isterler Ali amir-memur olsun ama şu gördüğün koyunların başına bir çoban lazım. Herkes amir-memur olsa, çobanlığı kim yapacak? Boş ver beni be, düşünme beni be, bırak ben çoban kalayım. Sen asıl kendinden haber ver, buralarda kimlere misafir geldin ki? Hem senin geldiğin şehir büyük mü? Sizin okulda çok çocuk var mı okula giden? ?

    ? Bak arkadaş, hayatta insanın eline birtakım fırsatlar geçer. Önemli olan ele geçen bu fırsatları en iyi şekilde değerlendirebilmektir. Bunun için de gayret gereklidir. Eğer biz seçtiğimiz hedefe ulaşmak için yeterli gayreti göstermezsek, zaman içinde, hedefimize gittikçe yaklaştığımızı değil, bilakis hedefimizden giderek uzaklaştığımızı fark ederiz. Kimsenin kimseye zorla meslek seçtirmesine taraftar değilim. Severek yapılmayan bir iş, bir uğraş, kişiye hayatı anlamsız kılar. Böyle biri de, eğer çıkış yolu bulamazsa yani hayatını anlamsızlıktan kurtaramazsa vatanına, milletine gerektiği şekilde faydalı olamaz. Şimdi arkadaş, sen şehirdeki okula gitmeye kalksan orada yatılı bir okula girerdin ve kalacak yer diye bir sorunun olmazdı. Az önceki sözlerinden bunun için birtakım engeller çıkabileceğinden çekindiğini anladım. Ayrıca da, senin buradaki yaşantından pek şikayetçi olmadığını fark ettim. Fakat okuma-yazma isteği ile yanıp tutuştuğun belli. Benim okuduğum okulda okuyan çocukları merak etmen bunu gösteriyor.

    Ben, annem ve kız kardeşimle birlikte Selanik?ten dayım Hüseyin Ağa?nın yanına geldik. Kız kardeşimle birlikte dayımın bakla tarlasında bekçilik yapıyoruz. Fırsat buldukça çevrede gezintiye çıkıyorum. İşte böyle bir gezinti anında seni gördüm, yanına geldim, oturduk, konuşuyoruz. İki ay kadar dayımın çiftliğinde kalacağız. Yani iki ay seninle bir arada olabiliriz demek istiyorum. Arkadaş, eğer istersen sana okuma-yazma öğretmek istiyorum. Biz buradan giderken sen okuma-yazma öğrenmiş olursun ve sana bırakacağım ders kitaplarını okuyup iyice öğrenirsin. Bu arada boş durmayıp arkadaşlarına da okuma-yazma öğretmek için çaba sarf edersin. Yakın bir gelecekte sizin köyün öğretmeni olursun. Ne dersin arkadaş, ister misin okuma-yazma öğrenmek? ?

    ? Tabii ki, isterim istemesine de, becerebilir miyim dersin okuma-yazma öğrenmeyi? ?

    ? Becerirsin, becerirsin. Sen istedikten, biraz da gayret gösterdikten sonra başarılı olmaman için hiçbir neden göremiyorum. ?

    Mustafa daha sonra konuşmasının bir bölümünde Selanik?te Şemsi Efendi?nin İlkokulunda okuduğunu fakat babası Ali Rıza Efendi?nin ölümü üzerine, annesi ve kız kardeşiyle dayısının yanına geldiklerini anlattı. İlkokulu bitirdikten sonraki amacının Askeri Rüşdiye?nin imtihanlarını kazanarak oraya girmek, Rüşdiye?yi bitirdikten sonra yüksek öğrenimine devam ederek sonunda subay olmak olduğunu belirtti. Mustafa ile Ali bir süre daha konuşmalarına devam ettiler ve yarın aynı yerde buluşmak üzere birbirlerinden ayrıldılar. Mustafa fırsat buldukça Çoban Ali ile bir araya geldi; ona okuma-yazma öğretebilmek için çırpınıp durdu. Mustafa?nın bu iyi niyetli çabaları boşa gitmedi. Bir süre sonra Ali, okuma-yazma öğrenmeye muvaffak oldu.

    Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Mustafa:

    ? Arkadaş, annem beni Selanik?e teyzemin yanına gönderiyor. Yarın gidiyorum. Selanik?te okumaya devam edeceğim. İşte ders kitaplarımı getirdim. İlk tanıştığımız günkü konuştuklarımızı unutmadın sanırım. Bu kitapları iyice oku, öğren. Fakat öğrendiklerin sende kalmasın. Öğrendiklerini arkadaşlarına da öğret, onlara da okuma-yazma öğret. Bir ülkede cahiller ne kadar çoksa, o ülke, o kadar geri kalmış demektir. Ülkemizin medeni milletler seviyesine erişebilmesi, her ferdin, üzerine düşen görevi yapmasıyla gerçekleşir. Sadece ben okuma-yazma biliyorum, ben bilgiliyim demekle olmaz. Başkalarına da okuma-yazma öğretmedikçe, eğitmedikçe, bilgilendirmedikçe görevin tamamlanmış sayılmaz, yarım kalır. Bunu sakın aklından çıkarma. En güzel günler senin olsun arkadaş, hoşça kal?? dedi ve elini uzattı. Çoban Ali, kendisine uzatılan dost eli sevgiyle sıktıktan sonra:

    ? Seni subay olmuş yürürken görür gibi oluyorum, Mustafa. İnşallah vatana, millete yararlı olursun. Mustafa adını hiç unutmayacağım, sen de, Çoban Ali adını unutma. Subay olunca fırsat bulursan gel gör beni, ben hep buralardayım, olur mu Mustafa? ? derken, göz pınarlarından akan yaşları silmek gereğini duymuyordu.

    SON

    Yaşama Yön Verenler
    Atatürk’ün Çocukluk Anıları
    Ata Yayıncılık – Ankara 2012
    Sayfa: 26-36

  3. Atatürk harika bir insandı.En kötü zamanlardan birinde vatanımızı kurtardı.Bizim görevimizde bu eseri iyi bir şekilde devam ettirmektir.

  4. çok güzeldi

  5. çok beğendim tabi birde yararlandım birde çok güzel bir anı

    huzur içinde
    yat.

  6. güzel bir hayatı varmış

  7. çok süper ya çok güzel

  8. ÇOOOK GÜZEL

  9. atatük çok iyi bir insandı

  10. çok güzel bu yazıyı yazana teşekkür ederim.

  11. Atatürk zeki akıllı çalışkan çok saygılı bir insandı………

  12. Atatürk’ün Çocukluk Hikayesi

    Mustafa, annesi ve kız kardeşi ile birlikte dayısının çiftliğine gitti. Akşamüstü çiftliğe vardıklarında dayısı onları çok candan bir şekilde karşıladı. Hal-hatır sormalardan, iltifatlardan sonra akşam yemeği yendi. Yemekten sonra bir saat kadar daha sohbet edildi ve ardından geceyi geçirmek üzere odalarına çekildiler.

    Ertesi sabah sabahın erken saatlerinde dayısı Mustafa?ya çiftliğin her tarafını gezdirip gösterdi. Öğle vaktine doğru bakla tarlasına gittiler. Tarlanın kenarına geldiklerinde dayısı parmağı ile tarlasındaki tohumları yemekte olan kargaları işaret ederek:

    ? Bak Mustafa, şu kargaları görüyor musun? İşte bunlar bizim baş düşmanımız. Ben uğraşayım, çalışayım, onlar gelsinler tohumları yesin bitirsinler. Oh ne ala, ne ala! Kimseye faydası olmaz şu karga murdarının. Yaptıkları anca zarar, ziyan. Bir de şu korkuluğun omuzlarına, kafasına konarlar ? gak gak ? diye öterler yüzlü yüzlü. Korkuluğun sadece adı korkuluk. Şu hale bak. Dört beş karga omuzlarına konmuş, yemişler tohumları, doymuşlar, güneşleniyorlar. Gel Mustafa, kovalım şunları ? diye söylendi.

    Mustafa ile dayısının geldiklerini gören kargalar uçup gittiler. Daha sonra dinlenmek için bir ağacın altına otururlarken Mustafa, dayısına: ? Dayıcığım, bu tarla hep böyle midir? ? dedi. ? Yani içinde çalışan, bekleyen olmadığı zamanlar kargalar tohumları yerler mi? ?

    Dayısı:

    ? Yerler Mustafa?m yerler. Bunlar sahipsiz bir tarla görmesinler. Onu, yirmisi toplanır gelir. Böyle gündüzleri tarlada beklemezsen birkaç haftaya kalmaz toprakta bir tek tane bırakmazlar? dedi.
    Bunun üzerine Mustafa konuyu toparlama ihtiyacı hissetti: ? Peki dayıcığım, o zaman kargalar tohumları yiyip bitirmesinler diye sabahtan akşama kadar bekçilik yapmak zorunda kalıyorsunuz. ?

    ? Aynen dediğin gibi oluyor Mustafa. Çiftlikte yapılacak bir sürü iş varken, ben buraya gelip karga peşinde koşuyorum. Ne yaparsın ki, bu bakla tarlası çok önemli. Baklalar olgulaşınca hem kendimize yemeklik oluyor, hem de arabaya yükleyip pazarda satıyorum; iyi de para ediyor. ?

    ? Demek ki burada bekçilik yapmak işleriniz için büyük engel teşkil ediyor, sevgili dayıcığım. O halde izin verirseniz yarından tezi yok kardeşim Makbule ile gelip burada bekleriz. Siz de çiftlikteki işleri yoluna koyarsınız. Kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğimi bilmenizi isterim. ?

    ? Hay, sen aklınla bin yaşa, Mustafa! Bak bu hiç aklıma gelmemişti. Daha önce defalarca düşünüp de içinden çıkamadığım bu büyük sorunu kolayca çözüverdin. Bugün akşama kadar burada kalırız. Tarla bekçiliği nasıl yapılır iyice öğrenirsin. Zaten zor bir tarafı yok canım. Biraz dikkatli olup kargaları kollaman yeterli. Akşama çiftliğe dönünce annene ben söylerim. Onun da rızasını almak lazım. ?

    Ertesi sabah erkenden yengesinin hazırladığı börekleri bir torbaya koyan Mustafa kız kardeşi Makbule ile birlikte dayısının bakla tarlasına geldi. Gelir gelmez de, tarlaya inen kargaları kovalamaya başladılar. Öğle vaktine doğru ikisi de çok yorulmuştu. Bunun sebebi: Bir defa tarla oldukça büyüktü. Bir tarafa üç beş karga tohumları yemek için gelseler Mustafa ile Makbule hemen koşuyorlar kargaları kovalıyorlardı. Aynı kargalar uçuyorlar, tarlanın öteki tarafına iniyorlardı. Tarlanın bir başından bir başına koşup durmak onları yormuştu. İşin içine başka kargalar da karışınca durum iyice çekilmez hal almıştı. Öğle vakti bir köşede oturup yengesinin hazırladığı börekleri yerlerken Mustafa Makbule?ye sorunu kökünden halledecek bir yöntem bulduğunu söyledi ve şunları ekledi:

    ? Makbule, kargaların bize oynadığı oyunun bilmem farkında mısın? Biz bu tarlaya gelir gelmez acemi olduğumuzu anladılar. Uygulamak istediğim yöntem oldukça basit. Tarlanın ortasında bulunan kulübenin içinden tarlayı enlemesine bölen bir çizgi çektiğimizi farz edelim. Bu çizgi tarlayı iki eşit parçaya böler. Yukarı tarafta kalan parça biraz meyilli, burası benim olsun. Aşağı tarafta kalan parça dümdüz, burası da senin olsun. Herkes kendi bölgesindeki kargaların kovalanmasından sorumlu olacak. Eğer kendi bölgenin ortalarına yakın bir yerde durmaya özen gösterirsen sabahki yorgunluğunun iki kat azaldığını fark edeceksin. Şimdi konuyla ilgili bana sormak istediğin bir şey var mı? ?

    ? Ne diyebilirim ki Mustafa abi. Sen yapmamız gerekeni tam olarak anlattın. Burada bana düşen görev anlattıklarını eksiksiz olarak uygulamamdır. ?

    ? Aferin sana Makbule. Senin gibi söz dinleyen, kavrayışı kuvvetli bir yardımcı ile çalışmak benim için şereftir. Bu başarı sadece benim değil, ikimizin başarısı olacaktır. Şimdi biraz acele edelim, böreklerimizi yiyelim de işe başlayalım. Bak kargalara, meydanı boş bulunca nasıl da çoğalıverdiler. Belki şu an için tarlanın üstünde uçmaktan başka bir şey yaptıkları yok ama eğer acele etmezsek birer ikişer tarlaya inmeye başlayacaklarına eminim. Dayıma, kargaların tarlanızdan bir tek tohum yemelerine izin vermeyeceğim, diyerek söz vermiştim. ?

    Mustafa?nın kendi buluşu olan yöntem başarılı oldu. Akşamüstü hava kararmaya başladığında kargalar geceyi geçirmek için konaklama yerlerine giderlerken aç ve yorgundular. Çiftlikte yenen akşam yemeğinden sonra Makbule, o gün olanları ve kargaların üzgün ve perişan bir şekilde gidişlerini anlatırken, odada bulunanlar kahkahalarla gülmekten kendilerini alamıyorlardı.

    Annesi Zübeyde Hanım, ? Benim Mustafa?m çok akıllıdır ? diyerek sarı saçlı, mavi gözlü oğlunu gururla alnından öperken, Mustafa vakur halini hiç bozmadan duruyor, sadece gülümsemekle yetiniyordu.

  13. bn bunu arkadaşlarıma okudum ve hepsi çok beğendiler.. gerçekten çok güzel…

  14. bizimle bu bilgileri paylaşatığınız için teşekkür ederim.

  15. Çok güzelll tşk edrm ödevimi tamamlıcam 😀

  16. en büyük kahraman

  17. ödevimde yardımcı oldu

  18. atam için canımı veririm yer yüzüne böyle mükemmel bir insan bida gelmez

  19. böyle bir kahraman gelmedi dünyaya birdaha gelmiyecek nur içinde yat atam senin izimdeyim bugünün çocukları yarının büyüklerri olacak derdin atam sen hep kalbimizdesin atam seni çokkkkkkkkk seviyoruzz

  20. Hiç bu kadar güzel bir şey görmedim

  21. Tesekkürler paslastigin icin bende bilmiyordum bu ayrintilari.
    Temiz olmasi cocukken bile, kavgaci olmamasi ne kadar güzel olgun bir cocukmus.
    Zübeyde Hanim?da iyiki Askeri okula göndermis ve cocuklarinin okumasi icin elinden geleni yapmis.
    Eskiden bunu yapan kac anne vardi yani takdir ettim.
    Sevgiler

    Çocukluğundan belliymiş gerçekten karakteri
    Bizden de sevgiler

  22. Bu cok guzeldi bunu sevdim

  23. bence atatürkün çok iyi bir çocukluğu vardı

  24. anısı çokkkkkkkkkkk güzelll

  25. çok süpeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr…

  26. adam gibi adam çok iyi biri nur içinde yatsın onu seviyoruz

  27. Merhaba,

    valla çook güzel.
    asla ve asla bunu unutamam.

  28. Merhabalar,
    Sizi bloğuma davet ediyorum. Bakalım ne göreceksiniiizzzz… 🙂

    çok teşekkür ederiz:))

  29. Çocuklar okula başlayınca zihnimizdeki bilgilerde tazelenecek ne güzel. Atatürk ile ilgili kitapları, belgeselleri çok severim. Can Dündar’ın Mustafa’sını merakla bekliyorum. Bqakalım bilmediğimiz daha neler göreceğiz.

    Mustafa’yı biz de merakla bekliyoruz

  30. Atanın bir zamanlar çocuk olduğunu düşünmek ne hoş . O günlerde aklına gelirmiydi acaba bir milletin kaderini belirleyeceği. SEVGİLER SİZE

    O’nun aklına gelmese bile asaleti ve zekasıyla belliymiş aslında büyük adam olacağı…sevgiyle kalın

  31. Sitenizi yakından takip etmeme rağmen geçen seferki yazınızı atlamışım
    Bu güzel tanıtım için çok teşekkür ederim
    En kısa zamanda edineceğim bir kitap teşekkür ederim

    Biz teşekkür ederiz:)

  32. ne iyi yapiyorlar…
    bol bol islemek lazim Ataturk sevgisini…yoksa cocuk baska mecralara kayiveriyor..
    Ataturkun kiymetini ise buralara geldikten sonra daha iyi anladim

    Ne güzel yazmışsın ellerine sağlık
    Biz de çocuklarımıza Atatürk’ü öğreterek, O’nu anlamalarına çalışarak yetiştirmek için uğraşıyoruz.
    sevgiyle kal

  33. Çocukluğundan belliymiş nasıl büyük bir insan olacağı, farklılığı değil mi?

    Kesinlikle katılıyoruz
    Sevgiler

  34. çocukluğundan belliymiş adam olacağı hemde ÇOK BÜYÜK ADAM olacağı. allah nur içinde yatırsın.

    Gerçekten öyle:)
    Sevgiyle kal

  35. Tesekkürler paslastigin icin bende bilmiyordum bu ayrintilari.
    Temiz olmasi cocukken bile, kavgaci olmamasi ne kadar güzel olgun bir cocukmus.
    Zübeyde Hanim’da iyiki Askeri okula göndermis ve cocuklarinin okumasi icin elinden geleni yapmis.
    Eskiden bunu yapan kac anne vardi yani takdir ettim.
    Sevgiler

    Çocukluğundan belliymiş gerçekten karakteri
    Bizden de sevgiler

  36. Atamızı çok seviyorum.Ona ait anılarıda büyük keyifle okuyor ve dinliyorum.Ne kadar asil olduğu çocukluğunda belliymiş.Öyle güzel anlatmışsınız ki,okurken gözümde Atamızın çocuk hali ile canlandırdım.Ruhu şad, mekanı cennet olsun.sevgiyle ve sağlıkla kalınız.


    Tarihimizde Atatürk gibi tüm ulusların gıpta ettiği bir önder olması ne kadar gurur verici değil mi? Onu daha çok anlamak daha iyi bilmek lazım:))
    sevgiyle kalın

ÇocuklaÇocuk Özlem ☘️  📷 📚 

Blogger 📝 

Kategoriler

Copyright @ cocuklacocuk.com